Bazen sadece pamuk gibi bir
buluta bakarak şükürle dolarken, bazı dönemlerde mutlu olma sebeplerimiz o
kadar derine saklanır ki onları bulamayız. Bir süre sonra da varlıklarını
unutur, aramaktan da vazgeçeriz. Ben bir süredir böyle bir dönemdeyim. Hiçbir sorunum
yokken varmışçasına veya her an olacakmışçasına derin bir kaygı ve mutsuzluk. Evde
pişen kekin kokusuyla bile coşku duyan ben daha az görünür oldu bir süredir. İşte
böyle bir dönemde tanıştım Anne ile.
Dizinin ismi; Anne with an A
Her bölümü bir şeyler öğreten,
ruh halime yön veren ders gibiydi.
Manzaralar kesinlikle mükemmel. Şehrin
kaosunu gerçek anlamda sevenleri bilmem ama onun dışındaki pek çok insanın alıp
başını gitmek isteyeceği bir ada. Yazın yemyeşil bir çiftlik, evin
penceresinden içeriye bakan pembe yapraklı ağaçlar; sonbaharda yerde sarı
yapraklar ve ah işte en güzeli kışın bembeyaz bir arazi. Atların ayak sesleri,
göğün huzur veren mavisi. Sadece görselleri ve müzikleri için bile izlenir.
Gelelim kahramanımız Anne’e…
Aslında dizideki her karakter
başlı başına bir kahraman. Birini öne çıkarmak yerine olay örgüsünü tüm
karakterlere çok güzel paylaştırmışlar. Hepsinin kendine ait bir hikâyesi var.
Anne’in hayal dünyası, hiç pes
etmeyen yapısı, farklılıklarıyla kendine zaman içinde yer edinebilmesi umut
verici. Pencereden bakarken başına perde dolansa kendini hemen prenses hayal
edip oyun dünyasına dalıyor. İnsanlar onu kınadıkları veya farklılıklarını
kabul etmedikleri zamanlarda ise kendini değiştirip kalıplara sığmaya çalışmak
yerine bir su gibi akarak kendi yolunu buluyor.
Öte yandan Marilla, hayatında
hiçbir değişim olmamış ve kalıplara birebir uymuş bir kadın olarak son bölümde
topluluk içinde yüksek sesle itiraf ediyor ki; “Büyümenin ve öğrenmenin tek
yolu değişimdir.”
Dizi boyunca karakterleri öyle
özümsedim ki, Marilla kendi sınırlarını fazlasıyla aşan bu çıkarımı yaptığında
gözlerim doldu, ona sarılıp ‘işte bu be!’ demek istedim J(Biraz gaza gelmiş
olabilirim).
Daha önce de dediğim gibi her
bölüm bir ders niteliğinde olsa da en büyük dersler son bölümdeydi sanki. Her sözü
not almak istedim.
Örneğin; sürekli farklılıklarıyla
sıyrılan Anne, çok basit bir cümle kurdu. Belki de bana çok şey ifade etti bu
basit cümle, bilmiyorum. Herkesin çıkaracağı notlar başkadır. Dedi ki; “Different
isn’t bad; it’s just not the same.” –Değişik; kötü değildir, sadece alışık
olmadığındır.
Günlük hayatta bizim de en büyük
hatalarımızdan değil midir biz gibi olmayanı garipsemek, yanlış bulmak,
yargılamak ve sonuçta bazen dışlamak. Ama sonuçta tek bir doğru yok işte. Hepimiz
bir şekilde kendimiz olmuşuz ve diğeri de kendisi olarak bizden ayrışmış.
Dizide de birisi gay, birisi hiç
evlenmemiş, birisi 10 çocuk yapmış, birisi lezbiyen, birisi siyah, diğeri
beyaz, birisi hayatını en iyi kocayı bulmaya adamış, diğeri evlenmek değil
kendi hayatını ilerletmek derdinde ve işte hepsi birbirinden farklı ama hiçbiri
yanlış değil.
Son bölümden aklımda kalan bir
iki sözü daha paylaşmak istiyorum;
Yaşadığı hayatla, o yılların
değer yargılarının fazlasıyla dışında kalan Aunt Jo diyor ki; “Life is short
and the world is wide.” –Hayat kısa ve dünya büyük. Yani hayatını yaşa diyor
kısaca. İnsanların ne düşündüğünün önemli olmayacağı kadar kısa bu hayat ve
dünya keşfedilmeyi bekliyor.
Bir başka sıra dışı kadın olan yeni
öğretmen ise diyor ki; “Dreamers change the world.” –Hayalperestler dünyayı
değiştirir. Ve devam ediyor; treni birileri ilk düşündüğünde diğerlerine göre
hızlı ve tehlikeli bir icattı. Şu an ise onsuz bir yere gittiğinizi hayal bile
edemezsiniz. Bırakın çocuklarınızın hayal dünyası sınırsız işlesin. (Aklınıza
önceki yazımda bahsettiğim Buğlem geldi mi :D)
Merak, cesaret, asla vazgeçmemek,
doğadan ilham almak, olduğumuz gibi kalmak ve başkalarını olduğu gibi kabul
etmek üzerine harika bir dizi.
Bir de geçen sene aşağıdaki nakışı
işlemiştim bu diziyi hiç bilmezken, Anne’i hiç tanımamışken.
0 yorum:
Yorum Gönderme